Batı`yı Bir Arada Tutan Komünizm Tehdidi’nin yerini ne alacak?”

Batı`yı Bir Arada Tutan Komünizm Tehdidi’nin yerini ne alacak?”

Yaşanan son savaş oyunları ve istihbarat araştırmalarının vardığı sonuca bakılırsa, önümüzdeki 20 ila 30 yıl içinde, özellikle Sahra-altı Afrika, Orta Doğu, Güney ve Güneydoğu Asya gibi hassas bölgelerde, ciddi gıda kıtlıkları,

Marc Grossman *


Çoğu zaman strateji ve olayların farklı evrenlerde var olduğu zannedilir. Ancak, spesifik bir olaya dair verilen yanıtı, şekillendirmek üzere uğraş verdiğimiz daha geniş bir dünya vizyonunun içine yerleştirdiğimiz anlar olur. Meksika Körfezi’ndeki petrol sızıntısının ve Başkan Obama’nın Mayıs 2010’da yayımladığı ilk Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin aynı döneme rast gelmesi, petrol sızıntısı ile Başkan’ın birleşik bir diplomasi, savunma, kalkınma ve iç güvenlik stratejisi vizyonu arasındaki bağlantılar üzerine düşünme fırsatı sağlıyor. BP felaketi elbet günün birinde sona erecek. Amerika için, müttefikleri ve ortakları için asıl mesele ise; enerji güvenliği, iklim değişikliği ve bu gezegen üzerinde sürdürülebilir şekilde yaşamaya dair ortak bir transatlantik ve ardından da küresel strateji geliştirmenin mümkün olup olmadığı… Uluslararası bir enerji güvenliği stratejisi oluşturmak için atılacak ilk adım ise; diplomasiyi doğru bir temele çekmek olacaktır. Ardından, sürecin gelişimi için siyasi iradeye gereksinim bulunuyor.

Bu makalede; çağdaş evrensel diplomasinin kapsamı ve karmaşıklığı ele alınırken, Amerikalı bir diplomat olarak deneyimlerim ve gözlemlerime dayanacağım ve sonu gelmeyen olaylar silsilesini ve bu olayları küresel stratejinin bir parçası haline getirerek onları yönlendirme, şekillendirme ve onlara tepki verme gereksinimini daha yakından gözlemlemek amacıyla, bazı özel tavsiyelerde bulunacağım.

Kariyerimin ilerleyen dönemlerinde, çevre bilinci ile diğer her türlü modern diplomatik girişim arasındaki derin ilişkileri fark etmeye başladım. 1990’lı yılların sonunda, sürdürülebilirliği teşvik eden münferit hareketler, birçok Amerikan ailesinin ve topluluğun yaşam stilinin bir parçası halini aldı; ancak daha fazla “yeşil”lenmek amacıyla diplomasiye olan gereksinim, henüz ABD ulusal stratejisi açısından yeterince “stratejik” bir öncelik değildi. Elbette, çevresel meseleler, kariyerimdeki birçok faaliyeti etkilemiştir. 1975 yılında Dışişleri Bakanlığı sınavına hazırlanırken, Harold ve Margaret Sprout’un “Towards a Politics of the Planet Earth / Dünya Gezegeninin Politikasına Doğru' adlı kitabını okumuştum. Kitapta, uluslararası ilişkilerde “ekolojik perspektif” edinimine dair, çağına göre son derece ilerigörüşlü bir argüman yer almaktaydı. (1)

Acemi bir Dışişleri Bakanlığı görevlisi olarak Pakistan’da geçirdiğim dönem ise; yönetişim ve yoksulluk sorunları hakkında gözlerimin açılmasını sağladı. Pakistan’da son derece önemli çevresel meseleler yaşanıyordu. Kamu sağlığı, devletin kırılganlığı, iç ve dış çatışmalar ve çevre… Bunların hepsi birbiriyle bağlantılı konulardı.

Ürdün’de Dışişleri Bakanlığı’nın daire şefi olduğum sırada, konuşmaların ana gündem maddesi, kilit önemdeki çevresel sorunlardı: Nehir kenarında yaşayanların Ürdün Nehri’ne dair hakları, McCarran barajının kurulup kurulmaması, Ürdün, Suriye ve İsrail’deki yeraltı su tabakalarındaki su oranı…

Türkiye’deki hizmetim ise, çevrenin önemi- diplomatik başarı-yeryüzünde sürdürülebilir yaşam arasındaki bağlantıları bir arada algılamamı sağladı. Türkiye’de ve dünyada o sıralarda zirai üretim ve elektrik gücünden yararlanmak üzere Fırat ve Dicle nehirleri üzerine baraj kurma tartışmaları yapılmaktaydı. Türklerin günün birinde Suriye’ye su akışını kesebileceği korkusu, ABD ve Türk uzmanlar tarafından Şam’ın PKK’ya verdiği desteğin bir nedeni olarak gösterilmekteydi. Dışişleri Bakanı Warren Christopher’ın Orta Doğu ziyaretlerinden birinde kendisiyle Kudüs’te buluştuğumda, Türkiye’nin ırmağın yukarısından aşağıya doğru yeterli su kaynağı sağlaması konusunda ikna edilmesi gerektiği, ancak bu şekilde Suriye-İsrail barış antlaşmasının sonuçlanabileceği uyarısında bulunmuştu.

Zaten ABD Büyükelçiliği’nin, Amerika’nın sivil toplumu destekleme arzusu ile Türklerin çevresel meselelere ilgisinin doğması arasındaki bağlantının ilk olarak kabullenilmesi de 1990’lı yılların başında Türkiye’de gerçekleşmişti. Büyükelçilik, Akdeniz kıyılarındaki caretta caretta’ların korunması için bir grup Türk’ün yaptığı çalışmayı fark etmiş; bu çabaya destek vermiş ve ABD Çevre Koruma Ajansı’nın da desteğiyle Türkiye’de bir Çevre Bakanlığı kurulmuştu. Amerika’nın Bakü-Ceyhan (şimdiki ismiyle Bakü-Tiflis-Ceyhan) petrol boruhattını desteklemesinin de son derece açık bir çevresel boyutu bulunmaktaydı: Geniş petrol tankerlerinin, dar Boğazlardan geçişini engellemek ve İstanbul çevresindeki ekosistemlerin patlama, yangın veya petrol sızıntılarına maruz kalmasının önüne geçmek.

21. Yüzyıla Özgü Bir Çevre Diplomasisinin Tasarlanması

21.yüzyıla özgü bir çevre diplomasisinin tasarlanması için çok fazla fırsat bulunuyor.

Öncelikle, sadece enerji güvenliğinden söz etmeyin; onu bugünden yaratmanın yollarını bulun. Amerika’nın tamamen “enerji bağımsız” hale gelmesi fikri, dikkatleri, daha yakın ve gerçek olasılıklardan uzaklaştırıyor: Enerji güvenliğinin ulusal bir güvenlik hedefi olarak teşviki gerekiyor.

Amory Lovins’in “Winning the Oil Endgame / Petrol Finalini Kazanmak' adlı raporundaki (2) tespitini hatırlamakta yarar var: Eğer ABD, petrol kullanmanın etkinliğini iki katına çıkaracak politikalar benimserse, etkili araçların kullanımını hızlandıracak kamu politikaları ve yaratıcı iş modelleri uygularsa, petrol ihtiyaçlarının dörtte birinin büyük bir ulusal biyoyakıt endüstrisinden karşılanmasını sağlarsa, doğalgaz kullanımına yönelik etkin ve karlı tekniklere başvurursa, petrol bağımlılığını da ortadan kaldırmış olur. Rocky Mountain Enstitüsü’ne ait olan bu raporun en büyük finansmanının Savunma Bakanlığı’ndan gelmiş olması ve Enstitü’nün, Amerikan silahlı kuvvetleriyle önemli bağlantıları olması bir tesadüf değil. Bu işbirliği sadece silahlı operasyonların daha etkin olmasını sağlayıp Amerikan toplumu için daha görünür bir model sunmakla kalmıyor; aynı zamanda enerji güvenliğini de destekliyor.

İran ve Venezuella`daki rejimlerden petrol satın almak ise, Amerika’nın diplomatik kozlarını zayıflatıyor. Petrol alanındaki refah, Moskova veya Riyad gibi başkentlerde de siyasi ve ekonomik çoğulculuğu destekleyen argümanların gücünü zayıflatıyor. Keza, bazı analistler de, Moskova’nın ABD, Avrupa ve İran’a karşı son bir yıldır daha “mantıklı” politikalar yürütmesini, Rusya’nın daralan petrol ve doğalgaz rezervlerine bağlıyor.

Enerji güvenliği, en büyük transatlantik öncelik olmalı. ABD’nin hem AB hem de NATO ile diplomatik diyalogunda enerji güvenliğinin düzeyini ve yoğunluğunu artırmak, iyi bir başlangıç olacaktır. Tıpkı Tom Friedman’ın 2006 yılında ortaya attığı soru gibi: “Atlantik ittifakını bir arada tutan çimento olarak Komünizm Tehdidi’nin yerini ne alacak?” (3) Enerji güvenliği, bu soruya verilecek yanıtın bir parçası olabilir. Bu alanda daha fazla çaba gösterilirken, iklim değişikliği, çevre koruma ve ekolojik esneklik konularında ABD ve AB’nin politikalarının koordinasyonu amacıyla 2009 Kasım’ında kurulan ABD-AB Enerji Konseyi gibi gruplar da sürece müdahil edilmelidir. Belki AB’nin yeni Başkanı ve Dışişleri Bakanı bu meselelere yoğun bir ilgi gösterirse, Amerikan Başkanı da ABD-AB Zirvesi’ne katılmak konusunda hevesli hale gelir. Aynı şekilde, enerji güvenliği konusunda ABD-AB arasında ciddi bir görüşme ortamı yaratılması, giderek daha stratejik bir hal alan ABD-AB ilişkileri için bir temel sağlayabilir.

Enerji güvenliği alanında NATO’nun da rolü vardır. Enerji güvenliği, NATO’nun yeni Stratejik Konsepti’nin önemli bir bölümünü oluşturuyor. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, 2010 yılı Şubat ayında NATO’nun geleceği hakkında yapmış olduğu bir konuşmada şöyle demişti: “Yirmi birinci yüzyılda, kolektif savunma zihniyeti içinde, geleneksel-olmayan tehditlerin de dikkate alınması gerekir. NATO’nun yeni Stratejik Konsepti’nin bu tehditlere yönelik olması gerektiğine inanıyoruz. Enerji güvenliği, son derece ivedi bir önceliktir. Enerji kısıntıları karşısında kırılgan konumdaki ülkeler sadece ekonomik sonuçlarla değil, stratejik risklerle de karşı karşıyadırlar.” (4) NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in talebiyle ABD eski Dışişleri Bakanı Madeline Albright gibi üst-düzey liderlerin, NATO’nun Stratejik Konsepti için sundukları tavsiyelere enerji güvenliğini de dahil etmeleri, son derece olumlu bir gelişmedir.

Senatör Richard Lugar’ın Aralık 2006’da Riga’da söylediği gibi, enerji kıtlığı ve kontrolü, yakın gelecekte Avrupa’daki ve çevre bölgelerdeki silahlı çatışmaların en muhtemel kaynağı olacak. (5) 2010 NATO Stratejik Konsepti, Polonya, Almanya, Macaristan, Letonya veya başka bir AB üyesi devletin enerji kısıntısı tehdidiyle karşılaşması durumunda, NATO’nun AB ile istişare halinde o ülkeye yardım eli uzatması için bir yol açabilir. NATO üye devletlerinin enerji altyapılarına yönelik terörizm veya doğal afet gibi potansiyel tehditler ise, İttifak’ın bu tür durumlarda ne tür yükümlülükler altına gireceğinin gözden geçirilmesi için bir gerekçe sağlıyor. Keza, yeterli yatırım ve planlamanın bir gecede tedarik edilmesi mümkün değil.

İkinci olarak, “iklim değişikliği”ne odaklanmaya devam edilmesi gerekiyor. İklim değişikliği biliminin sorgulanması, bu bilimin bir bölümünün politize olduğunun fark edilmesi ve 2009 yılında Kopenhag’da BM’nin iklim değişikliği zirvesinin başarısızlığı, iklim değişikliği üzerine süregelen tartışmaya yardımcı olacak yerde, onu hedefinden saptırmıştır. Çevresel şartların bozulması ve iklim değişikliğinin ulusal güvenlik üzerine son derece kapsamlı sonuçları bulunuyor. İklim değişikliği diplomasisi ise, hiç değişmeksizin olduğu yerde sayamaz. GMF öncülüğündeki Transatlantik Kalkınma Görev Gücü’nün 2009 yılında öne sürdüğü gibi, iklim değişikliğinin ortadan kaldırılması, doğal kaynaklar üzerindeki anlaşmazlık riskinin azaltılması ve güvenlik, demokrasi, kalkınmanın ön plana çıkarılması; hepimizin eş zamanlı olarak uyum göstermesi gereken sorunlardır. (6)

İklim değişikliğinin ulusal güvenlikle ilgili sonuçları, bugün birçok kesim tarafından kabul ediliyor ve bu durumun, ABD ile onun Kuzey Amerika ve transatlantik müttefikleri (Rusya, Çin ve diğer kilit küresel aktörleri yeniden saymaya gerek bile yok) arasındaki ilişkiler üzerinde doğrudan etki doğurduğu biliniyor. 2007 yılında, Deniz Analiz Merkezi (CNA) tarafından “Ulusal Güvenlik ve İklim Değişikliği Tehdidi” başlıklı bir rapor yayımlandı. Raporda, küresel ısınmanın jeostratejik sonuçları ve bölgesel-işlevsel etkileri gözden geçiriliyordu. (7) 2009 yılı Ağustos ayında New York Times’ın aktardığına göre ise, “yaşanan son savaş oyunları ve istihbarat araştırmalarının vardığı sonuca bakılırsa, önümüzdeki 20 ila 30 yıl içinde, özellikle Sahra-altı Afrika, Orta Doğu, Güney ve Güneydoğu Asya gibi hassas bölgelerde, ciddi gıda kıtlıkları, su krizleri ve felaket boyutlara varan su taşkınları yaşanacak ve bunların temel nedeni de iklim değişikliği olacak. Bu durum, Amerika’nın insani amaçlı kurtarma veya askeri bir yanıt vermesini gerektirebilir.” (8)

CNA araştırmasındaki en çarpıcı odak noktalarından biri; Kuzey Kutbu’nda eriyen buzların, ABD ve NATO müttefiki Kanada’nın ulusal güvenliği açısından sonuçlar doğuracağıydı. The Economist’in 2009 Ekim’inde aktardığı gibi, Kuzey Kutbu’ndaki açık denizlerin buzla kaplanması durumunda, şirketler, petrol ve doğalgaz arayışları için yeni yollar bulacak; işadamları güzergahlarını değiştirecek; hükümetler yeni sınırlar belirleyecek; askeri liderler de yeni askeri teçhizatlar ve birlikler arayacaklar. NATO Genel Sekreteri’nin de ifade ettiği gibi, “Kuzey Amerika’nın tamamının maruz kalacağı bir durumun güvenlik açısından izdüşümlerini yok sayamayız.” (9)

Kuzey Kutbu dolaylarındaki devletler (Rusya, Kanada, ABD, Danimarka ve Norveç), şimdiden harekete geçtiler. Norveç, Kuzey Kutbu’ndaki operasyonel kumanda zincirinin yerini değiştirdi. Moskova, Arktik Okyanusu’nun tabanına paslanmaya-dayanıklı metal bir bayrak yerleştirmek üzere bir denizaltı gönderdi; böylelikle Kuzey Kutbu’nun dört kilometre aşağısındaki kaynaklar üzerinde sembolik bir hak iddiasında bulunmuş oldu. Rusya, aynı zamanda kuzey filosunun niteliklerini artırıyor. Halihazırda bu filonun elinde 18 adet buz-kırıcı bulunuyor. Kanada, yeni devriye botları hazırlıyor ve Baffin adasında yeniden yakıt ikmali sağlamak üzere bir istasyon açıyor. 2009 yılı Eylül ayında iki Alman ticaret gemisi, Doğu Asya’dan Batı Avrupa’ya doğru Arktik üzerinden seyahat eden ilk ticari gemiler olma fırsatını kazandı.

ABD Donanma Komutanı James Kraska’ın bize Ocak 2009’da anımsattığına göre, ABD, savunma, denizcilik ve iç güvenlik temelli bir Arktik politikası açıkladı. (10) Amerika’nın ABD’nin ve müttefiklerinin ulusal çıkarlarını korumak amacıyla gerçekleştireceği herhangi bir başarılı diplomatik kampanyanın ardında, ona destek vermek üzere, çok daha fazla buzkırıcının konuşlandırılması ve gerek ABD-Kanada gerekse ABD-NATO’nun stratejilerine dair zekice tasarlanmış bir siyasi-askeri itibarın bulunması gerekiyor.

Dahası, ABD’nin Arktik diplomasisinin, Rus ve Amerikan okyanus bilimciler veya Amerikalı ve Kanadalı bilim adamları arasında daha fazla siyasi işbirliği olanağı yaratması da gerekiyor. Bu kapsamda, Rusya, Norveç, Finlandiya ve İsveç tarafından Barents Denizi’nde gerçekleştirilenlere benzer askeri tatbikatların teşvik edilmesi söz konusu olabilir. Bir diğer olasılık ise, High North’taki askeri geçişlerin tamamen saydamlaştırılması ve Amerika’nın Arktik Konseyi’ne (ABD, Rusya, Kanada, Norveç, İzlanda ve Danimarka’dan oluşur) daha fazla ilgi göstermesidir. Bu altı ülke, 2008 Mayıs ayında, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Konvansiyonu’nu kullanarak, genişletilmiş kıta sahanlığının kime ait olduğuna dair anlaşmazlıkları çözmeye karar verdiler. Ancak, ABD, henüz bu hukuku uygulamayı kabul etmiş değil. Bu alanda (ve diğer alanlardaki) ABD diplomasisi, Senato’nun Deniz Konvansiyonu Hukuku’nu kabul etmesiyle birlikte güçlendirilebilir.

Üçüncü olarak; enerji güvenliğinden Pakistan ve Afganistan’daki uzun vadeli isyan-bastırma stratejisinin bir parçası olarak söz edelim. Böylelikle, ulusal güvenliğimiz ile bir diğer ülkenin enerji sorunları arasındaki bağlantıyı başka türlü düşünmüş oluruz. Dışişleri Bakanı Clinton’ın iddiasına göre, Pakistan’da modern ve güvenilir bir enerji altyapısının kurulması, aşırılık yanlılarının altını oymaya yardımcı olabilir; çünkü ekonomik büyüme için son derece kilit önemde bir bileşen sağlanmış olur. Nisan 2010’da Dışişleri Bakanlığı’ndan Büyükelçi ve ABD’nin AfPak Özel Temsilcisi Richard Holbrooke ile yapılan bir görüşmede, kendisi, Pakistan’ın 175 milyonluk nüfusunun enerji gereksinimlerine yönelik olarak Dışişleri Bakanlığı’nın yaklaşımındaki değişimi, ülkedeki aşırılık yanlılarıyla mücadele etmek üzere sürdürülen stratejide önemli bir değişim olarak tanımlamıştı. (11)

Aşırılık yanlılarına bir alternatif sağlayabilecek türden eğitim, ekonomi ve ticaret faaliyetleri için yakıt ve elektriğin öneminin farkında olan Dışişleri Bakanı Clinton, 2009 Ekim’inde Dışişleri Bakanı olarak Pakistan’a yaptığı ilk yolculukta “enerji” dosyasını ön plana getirmiş; altı yeni enerji projesi hakkında bilgi vermişti. (12) Pakistan Enerji Programı olarak bilinen bu altı projenin amacı; Pakistan’ın elektrik altyapısının düzeltilmesi, güç üretimi tesislerinin idaresinin iyileştirilmesi ve enerji etkinliğinin tesisidir. Enerji, burada, aşırılık yanlılığına teşvik eden sorunları ele almak üzere stratejinin bir parçası olarak kullanılıyor.

Afganistan’da ise, uyuşturucuyla mücadele ile çevresel hedeflerin birbiriyle bağlantılandırılması mümkün. Örneğin, eroin ve afyon için hasat edilen haşhaş tohumları, yağ oranı açısından çoğu zaman zengindir. 2005 yılında yapılan bir deneyde, Avustralyalı çiftçiler, traktörlerini çalıştırmak için haşhaş tohumlarından üretilmiş biyo-dizelden yararlanmışlardı.

AB, NATO ve ABD’nin, Afgan haşhaşlarının yüksek yağ içeriği olup olmadığını ortaya çıkaracak bir programı fonlamaları gerekir. Eğer öyleyse, haşhaşların kontrollü ve yasal olarak lisanslı bir şekilde üretilmesi mümkün hale gelir. Afgan hükümeti ise, haşhaşı biyodizele dönüştürecek tesisler inşa edip, bu biyodizeli Güney Asya pazarına satabilir. Buradan elde edilecek avantajlar ise, çok fazladır: yasadışı haşhaş oranının azaltılması, narko-terörizme daha az para ayrılması ve belki de bölgedeki kamyonlardan havaya yapılan salınımın azaltılarak çevre kirliliği üzerinde küçük de olsa bir etki doğması… Projenin başlatılabilmesi için, eğer haşhaşın bu şekilde dönüştürülebileceğine karar verilirse, ABD ordusu ile NATO güçlerinin, bu biyodizeli satın almak konusunda öncelikle uzlaşıya varması gerekir.

Dördüncü olarak, Çin, Hindistan, Avustralya ve Hindistan’ın (diğer katılımcılara da kapı açıktır), en etkin temiz kömür teknolojisini en kısa zamanda üretmek üzere hızla harekete geçmeleri gerekir. Çin, Hindistan, Avustralya ve ABD, geniş kömür kaynaklarını 21.yüzyılın ortalarına dek kullanmayı sürdürecek. ABD-Çin arasında düşük emisyonlu kömür teknolojileri üzerine işbirliği konusunda Atlantik Konseyi’nin hazırladığı bir raporda da işaret edildiği gibi, ABD ve Çin, bu zamana dek, maliyet etkinliğini ve düşük enerji yoğunluğunu iyileştirmek amacıyla düşük emisyonlu kömür teknolojileri geliştirmeye odaklanmışlardı; ama bunu birbirlerinden bağımsız olarak yapmışlardı. Şimdiyse, artık hangi teknolojik kavramın uygulanması gerektiğine karar verilmeli. Peki, Ar&Ge faaliyetlerinin yanı sıra politika ve kapasite inşasının ortak koordinasyonunu da içeren uluslararası bir çabanın parçası olmaya, böylece temiz kömür teknolojisine dayanan bir gündem geliştirip bu teknolojinin etkisini azamiye çıkarmaya ne dersiniz? (14)

Beşinci olarak, temiz suya yönelik küresel ihtiyaca odaklanılmalı; bunun için de Batı’nın kalkınma desteğini bu meseleye yönlendirmek üzere transatlantik bir çaba başlatılmalı. Yeryüzündeki su kaynaklarının sadece %2,5’i temiz sudan oluşuyor. Dünyadaki temiz su kaynaklarının sadece %1’inden az bir bölümüne, doğudan insanların erişimi mümkün. Su kaynakları için verilen mücadele, sadece entegre, eşzamanlı ve kapsamlı bir diplomatik kampanyanın kendisi bile, modern çağın sorunlarına nasıl uygun yanıt verebileceği konusunda bir örnek niteliğindedir.

Suyoluyla bulaşan hastalıklar, kalkınmakta olan ekonomileri ve toplumların belini büküyor. Ayrıca, su ile gıda üretimi arasında da önemli bir bağlantı bulunuyor: Bir kalorilik besin maddesi üretmek için bir litre suya ihtiyaç var. Su ile güç üretimi arasında da önemli bir bağlantı bulunuyor ve 21.yüzyıldaki başarılı toplumlar için belirleyicilik taşıyor. ABD’de, enerji tesisleri, her gün neredeyse tarım faaliyetleri kadar su harcıyorlar.

Bu alanda modern diplomasinin olanakları, hangi konuların önemli olduğuna dair yeni yolların bulunması, bu konuların birbiriyle nasıl bağlantılı olduklarının ve eş zamanlı başarıya nasıl ulaşılacağının fark edilmesi, 21.yüzyılın diplomatik önceliği olmalı.

Bu tür düşüncenin bir örneği olarak, Atlantik Konseyi’nin 2007 yılında getirdiği öneri gösterilebilir: “Kalkınmakta olan ülkelerde enerji, su ve tarıma yönelik Marshall Planı oluşturulması”. Konsey’in bu planı ortaya atarken zihnindeki fikir; kalkınmakta olan ülkelerde enerji, su ve tarım kaynaklarının birbirini tamamlayacak şekilde geliştirilmesi için dikkatlerin, kaynakların ve çabaların tek bir noktada odaklanması amacıyla kamu ve özel kuruluşların teşvik edilmesiydi. Böylelikle, giderek artan su kıtlığıyla karşı karşıya bulunan bir dünyada çevresel açıdan sürdürülebilir bir ekonomik refaha erişme olasılığı artacaktır. (15)

Altıncı olarak, transatlantik dikkatin Avrasya boru hattı politikalarına yeniden odaklanması gerekiyor. Amerika ve Avrupa, enerji arzını çeşitlendirmek üzere Orta Asya’daki petrol ve doğalgaz boruhattı politikalarına yeniden kalıcı bir diplomatik dikkat göstermelidirler. Zamanında sadece Batı açısından oldukça önemli bir hedefi, şimdi biz aktif şekilde desteklemeliyiz: Doğu-Batı Enerji Koridoru’nun kurulması…

Türkiye üzerinden geçen önemli petrol ve doğalgaz boru hatları (2006 yılında Hazar petrolünü taşımaya başlayan Bakü-Tiflis-Ceyhan gibi), arz çeşitliliğine şimdiden katkıda bulunuyor. Güney Kafkas boruhattı (Bakü-Erzurum-Ceyhan), aynı yıl doğalgaz taşımaya başladı. Şah-Deniz doğalgaz boruhattı ise, Hazar Denizi’ndeki Azeri petrol sahalarını bağlıyor ve ardından doğalgazı Gürcistan ve Türkiye üzerinden taşıyor. 2007 yılı Kasım ayında, Yunanistan ve Türkiye, Hazar Denizi’ndeki doğalgazı Avrupa’ya taşımak üzere bir boruhattı projesini başlattılar. Yunanistan, daha şimdiden, Adriyatik Denizi’nin altından İtalya’ya dek boruhattının bir uzantısını inşa ediyor. Böylelikle, İtalya ve Orta Avrupa’ya, 2012 yılında Hazar kaynaklarına erişim imkanı sağlayacak.

ABD, günümüz dünyasında en önemli altyapı projelerinden birine –Türkiye üzerinden Hazar Denizi’nin doğalgazını Avusturya’ya taşımak üzere tasarlanmış 2000 mil uzunluğundaki doğalgaz boruhattına- aktif destek vererek AB’nin yanında olduğunu gösterebilir. (16) Nabucco’yu kurmanın amacı, Avrupa’nın doğalgaz tedarikini çeşitlendirmek; bunun için de Rusya üzerinden geçmeyen veya Rus enerji devi Gazprom’un denetiminde olmayan Orta Doğu ve Orta Asya doğalgaz rezervlerini kullanmak…

Bu boruhattı fikri, on yıllık bir süreden beri tasarlanıyor; ancak başarı şansını artıran sadece üç önemli olay:

1. AB, Nabucco’nun ardına mali desteğini koydu. Mart 2010’da, Avrupa Komisyonu, projeye 200 milyon dolar yatırımda bulunmak istediğini açıkladı. Bu, tüm maliyetin sadece bir bölümünü oluştursa da, yine de verilen sinyal son derece önemli.

2. Temmuz 2009’da, Avusturya, Bulgaristan, Macaristan, Romanya ve Türkiye, Ankara’da imzaladıkları bir anlaşmayla, aralarındaki önemli bürokratik engelleri ortadan kaldırdılar ve boruhattının inşası için kapı araladılar.

3. Irak Başbakanı Nuri el-Maliki, Ankara’da gerçekleşen aynı toplantıda, Bağdat’ın önerilen Nabucco boruhattına 2015 yılına dek yılda 15 milyar metreküp doğalgaz tedarik etmeye hazır olduğunu açıkladı. Böylelikle, boruhattının kapasitesinin yarısı dolmuş olacak ve projenin bu zamana dek karşısına çıkan en büyük engel de bu şekilde çözülmeye başlanacak: El Maliki’nin önerisine kadar, Azerbaycan, Nabucco için ciddi bir potansiyel tedarikçi olarak kabul edilen tek ülkeydi. Doğalgazı bulunan diğer ülkeler (Türkmenistan, Kazakistan ve İran), o zamanlarda güvenilir partnerler değillerdi.

Boruhattının inşasının başlamasından önce, çözülmesi gereken birçok sorun bulunuyor. Nabucco’nun halen resmi olarak taahhüt altına girmiş tedarikçileri bulunmuyor; el-Maliki’nin teklifi ise, ciddiye alınacak bir vaat olarak kabul edilemez. Irak’ın, doğalgaz üretimini artırmak için uygun enerji yasalarına ve yabancı yardımına ihtiyacı var. Bazı uzmanlara göre, Batı Avrupa’da kaya gazı rezervleri keşfedildiğinden beri Nabucco’ya olan gereksinim azaldı. 2009 yılı Nisan ayında Avrasya Enerjisi Özel Temsilcisi olarak Büyükelçi Richard Morningstar’ın atanması, ABD’ye, Nabucco’nun inşa edilmesi için gereken diplomaside önemli bir söz hakkı sağladı. Morningstar’ın, el-Maliki’nin boruhattına vermeyi önerdiği doğalgaz teklifini somutlaştırmasını sağlaması, bunun yanı sıra, boruhattının stratejik faydaları, arz çeşitliliği ve Türkiye ile yakın ilişkilerin geliştirilmesi konularında AB liderlerinin desteğini almak üzere onlarla yakın temas içinde çalışması gerekiyor. Sürece müdahil olan Irak, ekonomik başarı ve istikrar yolunda bir başka önemli adım daha atmış olacak. Eğer Kuzey Irak’tan boruhattına doğalgaz sağlanırsa, Türk-Kürt uzlaşması için olası bir temel de kurulabilecek.

Morningstar’ın ayrıca, Azerbaycan’daki sahalardan ve Hazar’dan uzun süreli doğalgaz temin vaadini almak için Azeri hükümetiyle yakın temas içinde çalışması gerekiyor. Bu çabanın bir boyutu da, Yukarı Karabağ’daki çatışmanın sona ermesine yönelik diplomatik çabaları desteklemek olacak. Dışişleri Bakanı Clinton’ın 2010 Temmuz’unda Bakü ve Erivan’a yapmış olduğu ziyaret, son derece memnuniyetle karşılanmıştı; aynı şekilde Türkiye-Ermenistan arasındaki kara sınırının açılması ve tam diplomatik ilişkilerin kurulması için sürekli sürdürdüğü çaba da takdir edilmekteydi. Morningstar’ın aynı zamanda ABD ve uluslararası şirketlerle yakın temas içinde çalışması gerekiyor. Böylelikle, Bakü-Tiflis-Ceyhan’da olduğu gibi boruhattının ticari açıdan kalıcı olması sağlanır.

Enerji/çevre diplomasisi için daha birçok çevre ve enerjiyle bağlantılı fırsat bulunuyor. ABD ile Kanada arasındaki ticari ve diğer anlaşmazlıkları çözmenin vakti geldi; böylelikle Washington ve Ottawa, enerji güvenliği gündemine (buna, NATO stratejisi ve High North’taki sorunlar da dahil) özen göstereceklerdir.

Kanada, Meksika ve ABD’nin enerji kaynakları ve ekonomilerini entegre etmek üzere ilk olarak Başkan George W. Bush’un önerdiği Kuzey Amerika Enerji Girişimi, canlandırılabilir. ABD’nin Brezilya ile olan ilişkileri, enerji güvenliğini de (özellikle de biyoyakıtlar ve yakın zamanda Brezilya sınırında keşfedilen önemli miktarda petrol rezervlerini) kapsayacak. ABD’nin temiz kömür teknolojileri bulmak üzere bir projeye katılmasının yanı sıra, bu ülkenin Çin ve Hindistan ile olan ilişkileri, giderek yeşil politikalar ve teknolojilere dayandırılabilir. Özellikle de Çin’in güneş ve rüzgar enerjisinden faydalanıp demiryolu teknolojilerinde öncü olduğu bir dönemde bu faydalı olacaktır.

Sonuç

ABD’nin transatlantik ve küresel liderlik fırsatı edinmesi, Meksika Körfezi’nde yaşananlar ile daha geniş kapsamlı enerji güvenliği meselelerini bağlantılandırmasından geçer. Bu da, Başkan Obama’nın Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi gibi belgelerde vurgulanmıştır. Elbette, daha birçok iç ve dış öncelikler söz konusu; ancak gelecekte bu yeryüzünde daha sürdürülebilir şekilde yaşama olasılıklarını yaratmak için atılması gereken pratik diplomatik adımların, NATO’nun ve diğer transatlantik ve uluslararası toplantılarının gündeminde bulunması gerekiyor. Krizlerin aynı zamanda bir fırsat olduğunu söylemek, belki biraz basmakalıp bir ifadeye dönüştü; ancak yanlış da değil… Meksika Körfezi’ndeki plajları baştan başa yıkayan petrol ve Obama Yönetimi’nin yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi, ilk bakışta birbiriyle bağlantılı görünmeyebilir; ancak 21.yüzyılın transatlantik ve uluslararası diplomasisi için gereken küresel meselelerin bir listesi çıkarıldığında, enerji ve çevre hususlarının mutlaka bu entegre gündem içinde üst sıralarda yer almasında fayda var.

 

* Marc Grossman, ABD`nin eski Ankara Büyükelçisi. 2005 yılında ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan “Siyasi İşler Müsteşarı” ünvanıyla emekli oldu. Kendisi halen German Marshall Fund’un mütevelli heyetinde.

 

Kaynak: http://www.gmfus.org/publications/publication_view?publication.id=893



Türkiye'nin kalkınma hamleleri yeni müfredatta

Milli Eğitim Bakanlığınca (MEB) kamuoyunun görüşüne sunulan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli kapsamında hazırlanan yeni müfredat taslağındaki çeşitli derslerde, Türkiye'nin kalkınma projelerine dair içeriklere de yer verildi.

Teknoloji

Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

Yapay zeka teknolojisi finans sektörünün geleceğini belirlerken yasal düzenlemelerden hayata geçen uygulamalara kadar çok sayıda yenilik hem sektöre hem de son kullanıcıya fayda sağlıyor.

Teknoloji

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

E-ticaret platformlarında etkin şekilde kullanılan ve geçen yıl 5,39 milyar dolar pazar büyüklüğüne ulaşan yapay zeka tabanlı chatbotlar, 7 gün 24 saat e-ticaret kullanıcılarının sorularını yanıtladı.

Teknoloji

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Türkiye’nin ilk yüksek çözünürlüklü yerli ve milli gözlem uydusu İMECE'nin uzaydaki birinci yılını tamamladığını duyurdu.

Teknoloji

Hamas: Ateşkesi kabul ediyoruz... Filistinliler kutluyor İsrail temkinli

İsrail, Refah Sınır Kapısı'nın Gazze tarafını ele geçirdi

Rus basınında Gazze savaşı: "Netanyahu'nun açıklamaları Hamas'ın pozisyonunu sertleştirmesine neden oldu"

AB üyesi 26 ülkeden Netanyahu’ya “dur” çağrısı

Brezilya'daki sel felaketinde ölenlerin sayısı 83'e yükseldi

Tüm gözler Kahire'de... Hamas'tan 'İsrail' açıklaması: Ciddi bir anlaşmazlık yok

İsrail basını 'kâbus senaryosu'nu yazdı: Netanyahu için tutuklama emri çıkarılacak! IDF kanlı plana onay verdi

Zelenski dünyaya duyurdu: En az 7 Patriot sistemine ihtiyacımız var

İsrail'den Lübnan'a hava saldırısı! Cemaat el-İslami lideri Musab Halaf öldürüldü

İsrail, Gazze'deki savaşı sürdürme planlarını onayladı

Irak, 30 yıl aradan sonra Türkiye sınırında üs kurdu

Türk SİHA'ları Yunanistan'ı masrafa soktu: Milyarlık programa onay verdiler

Türkiye'nin kalkınma hamleleri yeni müfredatta

AVRASYA BİR VAKFI BİLİM TEKNOLOJİ DERNEĞİ KONFERANSI (27 NİSAN 2024)

Üst düzey isim İstanbul'da dünyaya duyurdu! Hamas'tan İsrail'e tarihi çağrı

İlham Aliyev: Fransa, Hindistan ve Yunanistan, Ermenistan'ı silahlandırıyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail ile ticaret tartışmalarına noktayı koydu: O iş bitti

ABD Başkanı Biden, İsrail ve Ukrayna'yı kapsayan 95 milyar dolarlık yardım paketini imzaladı

İsrail'in "konforlu mağduriyeti"

Meteoroloji'den 44 ile toz taşınımı uyarısı! Göz gözü görmeyecek

Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

ABD'nin Suriye'deki üssüne kamikaze İHA ve roket saldırısı düzenlendi

Zelenski: ABD yardımı, Ukrayna'nın ikinci Afganistan olmayacağının sinyalini verecek

Türkiye fırtınaya teslim! Çatılar uçtu, minareler devrildi

Netanyahu: Hamas'a yakında acı verici darbeler indireceğiz

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

AB zirvesinde Türkiye'ye ilişkin sonuç bildirisinde Kıbrıs vurgusu

Rus basınında Gazze savaşı: "Biden yönetimi Tahran'a karşı kendi ekonomik tedbirlerini hazırlıyor"

Genellikle erkeklerde görülen akciğer kanseri kadınlarda artışa geçti! İşte en önemli sebebi

Bakan Bolat'tan fahiş fiyat açıklaması: Rekabet kanununda değişiklik yapılacak

Yükleniyor